11 Aralık 2013 Çarşamba

KARDAN ADAMA AŞIK BİSİKLET


Atalarım hakkında kesin bilgiler bulunmamakla birlikte, ilk bisiklet çiziminin 1493’te Leonardo Da vinci tarafından çizildiği söylenir. Bu çizimlerden yararlanıp ilk bisikleti Kirkpatrick Mac Mullan yapmıştır. 1840’da yapılan bu ilk bisiklet Londra’daki SCIENCE MUSEUM’da hala sergileniyor.


Atalarımdan yüzyıllar sonra yaşıyor olsam da, müzedeki büyük büyük dedemden daha yaşlı görünüyorum. Kolay değil, 10 yıldır burada, bu çatı katında eski eşyalar arasında yaşıyorum ve 10 yıldır yerimden neredeyse hiç kıpırdamadım.

Ve ben bir kardan adama aşığım.

Zaman kavramına sahip olsaydım yüzyıllar önce derdim sanırım...  Ama burada “zaman” kötü yapılmış bir espri gibi. Burada her şey konulmuş (atılmış da diyebiliriz) bir eşyadan önce ve sonra olarak ikiye bölünür. Mesela ben size yeni alınmış bilgisayarın kutularının buraya konulmasından "sonra" yazıyorum. Bir de serseriden önce ve sonramız vardı. Soğuk bir günde nasıl olduysa bir evsiz, apartmanın en konforlu yeri olan bu çatı katını seçmiş ve bir gece geçirmişti. Isınmak için ateş yakınca fark edildi ve bütün apartmanda olay oldu. Bu benim ve buradaki diğerleri için önemli bir olay çünkü bu olaydan sonra burada büyük bir temizlik yapıldı ve birçok eşya korkulu rüyam “eskiiiaciii” diye bağıran adama (her geldiğinde tir tir titrerim) verildi ya da direkt çöpe atıldı.

Eğer eski bir eşya iseniz emin olun çöpe atılmayı asla istemezsiniz.


Çöpe atılmak eski veya yeni tüm eşyalar için onur kırıcı bir şeydir. Eskiciye verildiğinizde yeniden kullanılabilir ya da bir yerlerde bir işe yarayabilirsiniz. Biz eşyalar biraz guruluyuz sanırım. İcad ediliş amacımıza sonuna kadar inanırız. Bir işe yaramak! Önemli olan budur. Eski bir tencereyseniz çöpe atılmak yerine saksı olmayı tercih edersiniz mesela. Eski, ahşap bir kitaplığın çöpe atılmaktansa parçalara kırılıp yakılmayı tercih ettiğini bile duymuştum. Çöpe atıldığınızda her şey bitmiştir. Hiç bir işe yaramayan bir hiçsinizdir, değersizsinizdir artık.

10 yıldan fazla oluyor, ben gıcır gıcır bir Bisan BMX’ken bir kardan adama aşık oldum.



Komik değil mi?

Genelde mutlu ve eğlenceli bir bisikletimdir. Eskiden görünüşümde güzeldi hani! Tekerleklerim, gümüş renkli jantlarım ilk bakışta göz kamaştırırdı. Ayrıca birkaç tane beyaz yıldız jantlarımı süslerdi. Direksiyonum da çok şirindi. Tutacak kısımlarım siyah plastik üzerine beyaz yıldızlarla bezenmişti. Bilirsiniz biz bisikletler baharda ve yaz aylarında popülerizdir. Kışları ya kömürlüklerde yada garajlarda saklan-dırılırız. Bu gün her ne kadar bu çatı katında özgür bir BMX olsam da o yıllarda sahibi olan ve bir çok çocuğun özenerek baktığı bir bisiklettim. Özgürlüğün bedeli derin bir yalnızlıkmış... 
Sahibim zayıf bir çocuktu ve genellikle mutluydu. Hele de benimle geçirdiği yaz günleri boyunca… Sıcak yaz günlerinde onun rüzgarı hissedebilmesi için uçar gibi yol alırdım. Arada bir pat diye düşürürdüm onu. Her insan gibi acıyı öğrenebilmesi gerekti, bende atardım kendimi yere. Çok gülerdim o düşerken. İnanın sahibim çok güzel düşerdi!  Düştü mü mutlaka bir yerleri kanardı :) Zamanla bu düşüşlerden kendini korumayı öğrendi ve bir süre sonra onu düşürmeme gerek kalmadı. Çünkü artık yara almadan düşmeyi öğrenmişti.

Dedim ya, yazları bambaşkaydı hayat! Garajda geçirdiğim kış günlerine inat yazları sokakların, çayırların efendisiydim. Ne balonlar ne uçurtmalar, hiçbiri asla benim kadar popüler olmadı. Ben insanların –ve sahibimin- ayağını yerden kesiyordum işte. bundan güzeli var mıdır insanoğlu için? Bu ve bunun gibi birçok sebepten ötürü sahibim beni çok seviyordu. Beni ve sakızdan çıkan üzerinde çizgi kahramanlar olan yapışkanlı kağıtları… Heryerim bu kağıtlarladan yapıştırmıştı. Yapışkanlı kağıtların izleri hala durur gövdemde.

Bir kış sahibim olacak geberesicenin beni garajdan çıkarmasıyla hayatım değişti. Yaz henüz gelmemişti, bahara aylar vardı daha. Beni dışarı çıkardığında hayatımda ilk kez “kar” denen şeyle karşılaştım. Dünya bembeyazdı! Burada geçirdiğim yıllarda eski bir soba bana karın ne olduğunu uzun uzun anlatacaktı. Beyaz, pamuk gibi ve insanın içindeki çocuğu uyandırıp kartopu savaşları yaptıran suyun o 0 C°‘deki hali, garip bir şey işte… Dışarı çıkar çıkmaz soğukla da yüz yüze geldim tabii. Pedallarıma kadar üşümüştüm! Üstelik sahibim bu şeyin üzerinde beni sürmeye başlamıştı bile! 

Lastiklerim iz bırakarak bir süre ilerledik. Sahibim nefes aldıkça ağzından beyaz bir duman çıkıyordu, bu duman bana geçen yaz içtiği sigarayı hatırlattı. Üç beş arkadaşı cesaretlerini toplayıp –tabii paralarını da- bir paket sigara aldılar. Maltepe, namı- değer at b*ku. İlk nefeste hepsi öksürüğe boğuldu. Biri belli etmemeye çalıştı ama başaramadı tabi ki. Bense gülüyordum. Beceriksizce ilk sigarasına başlayıp komik hallere giren sahibime gülmeseydim de ne yapsaydım?



Karlı caddede ilerledik bir süre. Nedenini anlamadığım nedensiz bu yolculuk canımı sıkmıştı. Sahibim de eskisi gibi neşeyle şarkılar söylemiyordu. Soğuktan olabilir diye düşündüm, bu soğukta kim hangi şarkıyı söyler ki? Yazları oyun oynadıkları boş sahaya sürdü. Sahanın önüne geldiğinde durduk ve sahibim uzun uzun baktı. Yazdan bu yana biraz değişmişti sanki. Büyüyordu o da. Yüzündeki çocuksu gülümsemenin ilk kez daha farklı olduğunu fark ettim.


Yazın top oynanan sahada şimdi kimsecikler yoktu. Üzerini kaplayan kar öyle müthiş görünüyordu ki! Tek bir ayak izi yoktu. Sahanın kenarındaki incir ağacı pamuk yumağına dönmüştü. Bisiklet yaşamımda gördüğüm en güzel manzaraydı. Sahibim beni sahaya doğru sürdü. El değmemiş karda lastiğimin izleri kalıyordu, Tanrım ne keyif! Döne döne dev daireler çizdik, keyifle güldük eğlendik. Sonra beni bir kenara bırakıp yere kendi adının baş harfini çizdi. Hemen yanına yabancı başka bir harf koydu ve dışına bir kalp çizdi. Geçen yaz da bir ağaca aynı şeyi yapmıştı. Sonra tekrar beni aldı. Elindeki eldivenlere rağmen üşüdüğünü hissedebiliyordum. Sahayı üzerindeki izlerimizle baş başa bırakıp eve doğru yola çıktık.



10 yıl… Bunca zamana –zamansızlığa- rağmen hala aklımdadır. Hislerimden hiç bir şey değişmemiştir.

Güneş beyaz boyalı demirlerimin üzerinde parladığı zaman benden keyiflisi olmaz. Tabii bunlar çok uzun zaman öncesine ait betimlemeler olarak kaldılar. Kar’da fena sayılmazdı ama soğuk havayı sevememiştim işte. Eve homurdanarak dönüyordum.

Ve birden bir kardan adama aşık oluverdim.

Köşeyi döndüğümüz yolun hemen karşı kaldırımında, çöp konteynırının yanında öylece duruyordu. Birini bekliyor olabileceğini düşündüm ancak hiç de bekler gibi bir hali yoktu. Kömür gözleri tek bir noktada kilitlenmişti. Burnu soğuktan donup kızarmış, adeta havuç gibi olmuştu. Başında eski, kırmızı bir bere vardı ve elinde süpürge tutuyordu. Tanrım, çöp konteynırının yanında olduğu halde nasıl da ışıl ışıldı!


Kaldırımın kenarından ilerledik ve kardan adamın önüne geldiğimizde sahibim yavaşça durdu. Eğer vitesli bir bisiklet olsaydım heyecandan birkaç vites atabilirdim. Sahibim boynundaki beyaz atkıyı çıkarıp kardan adamcığımın boynuna takarken kendi kendine hafifçe mırıldandı.

“Kardan adamlar da üşürler”

"Kardanadamlar da üşürler..."



Atkıyı takıp, kardan adamın burnunu düzeltti ve yoluna devam etti.

Bense orada, o çöp konteynırının yanında o kömür gözlü kardan adamın yanında kaldım. Daha doğrusu yüreğimi orada bırakmış olacağım ki eve bir sokak kala hayatımda ilk kez dengemi sağlayamadım ve hızla girdiğim minik virajı alırken lastiklerim ıslak zeminin üzerinde kayarak önümüzde park halinde duran bir arabaya tosladık. Ama ne toslama! Ben yolun ortasına fırladım, sahibim de kendini arabanın üzerinde buluverdi.

Her şey bir anda olup bitmişti. Gözlerimi caddenin ortasında açtığımda çarptığımız arabanın alarmı ötmeye başlamıştı. Birkaç kişi sahibimin yanına koşturdu ve onu ayağa kaldırdı.”yok bir şeyim” diyordu. Ayağa kalktığında yanıma doğru geldi. Göz ucuyla baktım. Bir metre kadar ilerimde fırlayıp kopmuş zincirimi gördüm. Ağlamaya başladım… Bombeli metal şey fırlayıp çıkmış olmalıydı. Hüngür hüngür ağlıyordum. Frenlerimden biri de hasar görmüştü. Ön tekerleğim ise hafif yamulmuştu ama idare ederim diye düşünüyordum. Çünkü o an önemsediğim tek bir şey vardı. Geri dönüp Kardan adamı tekrar görmek… Bir kez, sadece bir kez daha… Sahibim yanıma geldi beni kaldırdı, o sırada babası yanına gelmişti. Babası bizi alıp götürdü. Beni ve kırık zincirimi aldığı gibi garaja götürdü.

Her yıl, her saat, her an bir toz zerreciği daha üzerime yapışıp kalıyor ve biraz daha tozlanıyorum. Burada 10 yıldır güneş görmedim. Bazen minik bir ışık huzmesi çatının dışarıya açılan kapağından içeri süzülür ve biz eski eşyalara hala hayatın devam ettiğini hatırlatır. Ben ve benim gibi bir yığın eşya burada anılarımızı eskitmemek için çabalıyoruz. Eski, yaşlı soba ile sık sık dertleşiriz. Benim hemen yanımda durur. Bana uzun karlı kış gecelerinde, üzerinde kestaneler kızarırken dinlediği hikayeleri anlatır. Bana karlı havaları, kışı anlatır. Bende ona güneş’i anlatırım uzun uzun. Yeşil çayırları, toprağı…Tozlanan anılarımızı tazeleriz işte.


O günden sonra garajda heyecanla bekledim. Yaz gelmeden, henüz karlar varken sahibim gelsin, beni tekrar dışarı çıkarsın ve çöp konteynırının yanındaki kardan adamı bir kez, sadece bir kez daha göreyim. Her gün.. Her gün gözüm kapıda bekledim. Kış bitti, bahar geldi… Sahibimin babası gelip yamulmuş ön tekerleğimi ve kopmuş zincirimi tamir etti. Ancak frenlerim asla eskisi gibi olmadı. O bahar tekrar dışarı çıktım. Ama aşkla eskiyen ruhuma tamir gerekirdi ve bunun tek yolu kardan adamı tekrar görebilmekti. Baharın yeşilinden yazın turuncu kokusuna sarıldı dünya. Sokaklarda, çayırlardaydım yine... ancak eskisi gibi mutlu bir bisiklet değildim. Hiç bir şeyin tadı kalmamıştı. Sahibimde bu durumun farkındaydı sanki. Benimle gezmek yerine oturup mektuplar yazmayı tercih ediyordu. Onu anlarım. Aşık olmuştu benim gibi. Umarım aşık olduğu kişi benim kardan adamım değildir…

Yaz bitmeden sahibimin babası beni garajdaki yerimden alıp evin çatı katına götürdü. Eski eşyaların hüzünlü bakışları arasında çatının kapısı yüzüme kapandı.

10 yıldır bekliyorum… Çatının kapısı tekrar açılsın tekrar dışarı çıkayım. Hayır, hayır sahibim ya da bir başka çocuk gelsin beni bulsun ya da bir yaz günü dışarı çıkarılmak değil isteğim. Biri gelsin ve beni, bu kalbi kardan adamın hasretiyle dolu bisikleti çöpe atsın diye bekliyorum. Evet bir kış günü, karlı bir kış günü, birisi gelip beni çöpe atsın. Kardan adamın yanındaki çöp konteynırına atsınlar beni. Onu doya doya göreyim. Bütün demirlerim kardan adamın eriyen sularında çürüsün paslansın, küçücük bir parçam kalana dek kalayım orada..

Orada o çöp konteynerinde sonsuza dek kalayım..

Beyrut Yıldırım
2010


Çizimler: @stickman
http://blogkaydi.blogspot.com/